“Annemin ne zaman bir sıkıntısı olsa alışverişe gittiğini çoktan farketmiştim. Bir kutu tahıl gevreğinin, taze bir sebzenin ya da yeni bir külotlu çorabın nasıl olup da insanın moralini düzelttiğini bir türlü anlayamadım…” diyor Marc Levy Gölge Hırsızı adlı kitabında.
Ben de bunu öncelikle kız arkadaşıma sordum. Ne düşündüğünü sordum ve bana ” Kadınlar her zaman yeni bir şeylere sahip olmanın mutluluğundan dolayı alışverişten zevk alırlar…” dedi. Ben de O’na; “Erkekler de yeni bir şeylere sahip olmaktan zevk alırlar ama alışveriş ilgilerini çekmez bu sebeple yeni bir hatun ararlar…” dedim. Karşılığında ise “Git yeni bir hatun bul o zaman” cevabı geldi. ” Yeni bir hatun bulmama gerek yok çünkü mevcut hatun kendisini sürekli yeniliyor…” dediğimde “Canımsın…” diye bir cevap aldım.
Bir diğer arkadaşıma sorduğumda ise bana cevabı; ” Diyeceğim tek şey; İyi Misin Sen?…” oldu. Ben de; ” İyi gibi mi duruyorum” dedim ve bana ” Hayır, iyi değilsin. Uyu bence…” dedi.Önce eve gidiş yolumu yarılamalıydım.
Sorduğum bir diğer arkadaşım da henüz bir cevap vermedi ve ben kendimi köprünün ortasında ölümü selamlarken buldum. Azraile gülüyordum ve o filmlerdeki gibi bir hali de yoktu. Elinde bir tırpan canımı kafamı uçurarak alacak gibi de değildi. Ona yarın buluşmayı önerdim ve kabul etti…
Not: Bu bir intihar mektubu değildir. Yarın intihar etmeyeceğim. İntiharı ebemin kollarına doğru atılarak yapmışım zaten…
Bol düşünmek beni yürümeye sevk ediyo ve otobüsle gideceğim yolu yürüyerek geçiriyorum. Bu da düşünceli olduğum zamanlarda içtiğim sigarayı otobüse binmeyerek ayaklarımın sponsorluğunda içtiğimin kanıtı oluyor. Bazı zaman oluyor boğazın serinliğinde uyanıyorum ama bugün uyanışım daha farklıydı. Akşam karanlığı çöküp de yatsı ezanı okunurken bir anda gecem aydınlık oldu. Bembeyaz bir ışık büyük bir çığlıkla ve tiz bir sesle bana yaklaşıyordu. Sonra dizlerimde bir baskı hissettim. Beni yere çökmeye zorluyordu. Ardından ise bir ses duydum ve yerde yatan bir genç gördüm.
İnsan ölünce biliyorum ki hemen göçmez dünyadan. Bir müddet kalır cesedinin başında. Ben ölmedim buradayım der ama kimse onu duymaz, görmez… Bir an bu durumda olduğumu düşünürken koluma yapışan birisi ve yüzüme vuran bir İstanbul’un fahişe havasının bir damla teri uyanmamı sağladı. “Arkadaşım iyi misin? Kaldırımdan yürüsene…”
Not: Kimseye bişey olduğu yok ben bunları hayal ederken iyice yolu ortalamışım. Daha yarı edemediğimi düşünürdüm 35 yaşımı beklerdim zira Orhan Veli’ye inanırım. Ama saçlarım sürekli beyazlıyor sanırım benim yol biraz kısa.
Diyeceğim şu ki;
19. yy sonlarında bir Fransız Madencisi, 20.yy başlarında bir Yeniçeri Askeri (Yok öyle bir şey 20. yy’da yeni çeri kalmamıştı.), 21. yy’da bir Amerikan Askeri, 22. yy’da da mal sahibi olmayı hiç istemezdim. Bu sebeple elimdekilerle şükrediyor ve yıllaın verdiği ustalık ile ,(12 Yaşımdan Beri) İ.E.T.T’ye para kazanıyorum. Sanırım 2 yıl sonra bana bir araba borçları olacak……
İnsanlar ne kadar bilirlerse bilsinler bakış açıları daima çevresindeki insanların sayılarıyla orantılıdır. Bu yüzdendir belki de toplumun ileri gelen geniş görüşlülerinin aslında kaderinde o olmasının sebebi doğuştan iki bakışla başlayıp hep giderek güçlenmesi. Belki de yenilemesi gerek insanın kendisini. Yüzlerce kitap bu yüzden okunuyordur. Cidden; günümüzde hala kitap okumayan kaç kişi kaldı. En son 40 milyon falan olsa gerekti. 39.999.999 kişi oldular mı acaba. Eğer öyleyse kesinlikle birisi kitap almaya giderken diğer 39 milyon küsür insanın ahı tutmuş parasını kaybetmiştir.
Kendimi yorgun ve mutsuz hissediyorum. Aslında mutluyum da sayılabilir çünkü yaşamayı seviyorum, işimi seviyorum, sevgilime aşığım, lap topumu seviyorum…